SİNEMA SALONLARINI ÖZLEYENLERE KEYİFLİ BİR 2 SAAT GARANTİSİ: FREE GUY
Pandemi süreciyle birlikte son 1,5 yılını okuldan, sevdiklerinden, sosyal çevre ve mekânlardan uzakta geçiren milyonlarca insandan biri olarak biraz endişe, çokça özlemle girdiğim sinema salonundan yüzümde kocaman bir tebessümle çıkmamı sağlayan film: Free Guy! Siz de büyük beklentilere girmeden hem sinemaya olan özleminizi gidermek hem de tüm bu stresli süreci arkanızda bırakarak iki saatinizi çok da kafa yormadan eğlenceli vakit geçirmeye harcamak istiyorsanız hiç durmadan bu filme gidin derim.
Matrix, The Truman Show, Ready Player One gibi yapımlardan esinlenilerek kaleme alınan film “Free City” denilen bir açık dünya oyununda geçiyor. Ryan Reynolds’un canlandırdığı karakterimiz Guy, bu dünyada kullanıcıların oynayamadığı kişiliksiz bir figüran. Her gün aynı gömleği giyiyor, aynı kahveyi içiyor, aynı repliklerle bankada çalışıp soygunların parçası oluyor ve günler birbiri ardına geçip gidiyor.
Guy’ın yaşadığı bu şehirde bir de güneş gözlüklüler var. Onlar havalı, kanunların
işlemediği, her şeyin en iyisine sahip olan ve kullanıcıların kontrol ettiği karakterler. Guy’ın dünyası ise gerçek bir insanın oynadığı karaktere âşık olmasıyla çizgisinden çıkıyor ve içinde bulunduğu bilgisayar oyununu fark etmeye başlıyor. Filmin gerçek dünyada geçen hikâyesini ise “Molotof Kız” karakteriyle, oyunun içine gizlenen kodlarını arayan ve oyun şirketine dava açan Millie (Jodie Comer) sırtlıyor.
Ryan Reynolds’un komik mizacı ve oyunculuk yeteneği filmin ilk dakikalarından itibaren Guy karakterini benimsememizi sonrasındaysa fazlasıyla gülmemizi sağlıyor. Ancak filmi komedi unsurunun yanı sıra diğer gişe filmlerinden ayıran sorgulayıcı ve düşündürücü bir temeli de var. Oyunda figüran rolündeki Guy karakteri her gün aynı işleri yapan, hayatı sorgulamaktan uzaklaşmış günümüz insanını simgeliyor. Şiddet içeren, kanun dışı her türlü davranışın kol gezdiği Free City sokaklarında, “güneş gözlüğü takmayanlar” yani Guy ve onun gibiler var olmaları boşluk doldurmaktan başka önem taşımayan, arka planda yer almaya mahkûm kişiler. Onlardan düzene ayak uydurmaları ve sorgulamamaları bekleniyor. Ancak bir gün Guy, Molotof Kız ile karşılaşınca daha fazlası için meraklanıyor ve dünyası tamamiyla değişiyor. Film varoluş ve gerçeklik algısı, yaşam içerisinde amaç bulmak, insani içgüdüler, benlik ve özgür irade gibi konuların yanı sıra ileride hayatımızda daha büyük bir yere sahip olacak yapay zekâya yaklaşım üzerine de düşünmemizi sağlıyor.
Filmin tüm bu çok yönlülüğüne rağmen genel kitleye hitap etme amacı ve gişe filmi formüllerine yenik düşerek sıkıcılaştığı dakikalar var. Marvel karakterlerine ve Disney stüdyolarına yapılan göndermeleri sevip gülsem de film boyunca bir yanım hep filmin arka planında kalan felsefik konuların daha çok işlenmesini bekledi. Ancak başta da söylediğim gibi filme beklentisiz şekilde sinemayla özlem gidermek ve keyifli vakit geçirmek için giderseniz, günün tüm yorgunluğunu atıp koltuğunuzda gevşeyeceğinize eminim. Ben filme geçirdiğim güzel vaktin de hatrına 7/10 veriyorum ve sizlere filmde geçen bir replikle veda ediyorum “Don’t have a good day, have a great day!”.
Comments